925 ayar Gümüş Akik Taşlı Hiç Yazılı Özel Tasarım Erkek Yüzük Takı
Yüzük Ölçüsü:23
Hiçlik Makamı
Benlikten sıyrılmayı ifâde eden bir kelimedir. Çünkü ilâhî esrârdan bir nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılabilmekle başlar. Dolayısıyla mânevî tekâmüllerin başlangıç noktası, “hîç”e varabildikten sonradır.
“Hiç Olmak” kendini değersiz hissetmek değildir. Tam tersine içindeki zenginlikleri keşfedip, bedenli kimliğinin özüne göre bilgisinin hiçliğini fark etmektir. Bunu anlayan varlık küçüklüğünü anlar. Varlığın tekamül seviyesine göre gösterdiği dirayet, özveri, sadakat gibi düşünceler artık onunla bir olmaya başlar.
Yalnızlık duygusu şuur sahasını kaplar. Çokluğun içindeki yalnızlıktır bu. Bu durumu kabullenmesi o kadar kolay değildir. Çoğalan yalnızlığında mutlu olmaya başlar. Bu insanoğlunun beşeri varlığıyla anlayabileceği bir mutluluk değildir. O artık içindeki Allah’ı bulma yolunda önemli bir adım atmıştır.
Teşevvüşü yaşamaya başlamıştır. Tıpkı kozasından çıkmayı bekleyen bir kelebek gibi kendindeki değişimi izlemeye başlamıştır. Artık içindeki benler azalmış, tam bir sakinlik hüküm sürmektedir. Duru, dup duru bir okyanus gibi. Baktığın zaman sadece dinginlik veren engin bir su, ama içine daldığında seni hayrete düşüren müthiş bir zenginlik…
Hiçlik insanoğlunun kendi içindeki okyanusu seyretmesi, içine dalıp zenginliklerini fark edeceği ana kadar sabırla beklediği durumdur.
Öyle bir durumdur ki; beklenti yoktur, acelecilik yoktur, kuşku yoktur. Sadece sakinlik vardır.
“…Seni hiçbir şey değilken yarattım!” (Meryem, 9)
“Size ulaşan her nîmet, Allah’tandır. Sonra (hem) size bir sıkıntı dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız.” (en-Nahl, 53)
İşte hîçlik, insanın bu âyet-i kerîmelerin idrâk ve tefekkürü içinde olmasıdır. Aksi hâlde insan, içindeki nefs tuzağına kapılarak Nemrud ve Firavun gibi ilâhlık iddiâ edebilecek bir ahmaklık ve bedbahtlığa yuvarlanmaktan kendisini koruyamaz. Bunun içindir ki tasavvufta fenâ (hîçlik)
Çünkü ezelde bilinen hiçbir şey mevcut değilken, ancak Allâh’ın lutuf ve keremi sâyesinde vücûda gelen her varlığın sahip olduğu her şey, Rabb’indendir. Bundan dolayı küllî irâde, bütün vak’aları, hâdiseleri ve mahlûkâtı ihâta ve ihtivâ eder. Bu, irâde ve gücün aslı Yaratan’a âit demektir. Ancak insanın bu dünyâya imtihan için gönderilmesi sebebiyle ona cüz’î bir irâde verilmiş ve insan, hayra da şerre de istîdatla donatılmıştır. Kullanma gücü de, kendi irâdesine terk edilmiştir.
Yûnus Emre Hazretleri, mârifetin hakîkatini ne güzel ifâde eder:
İlim, ilim bilmektir,
İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır?!
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Eğer Allah’tan gereği gibi korkarsanız, gerçek bir bilgi ile eşyâyı tanımaya başlarsınız. Eğer Allâh’ı gereği gibi tanırsanız, duâlarınız ile dağlar yerinden oynar.”
Hazret-i Mevlânâ buyurur
“Şu birbirimizden üstün olma dâvâsı, büyüklük iddiâsı da ne? Netîcede, hepimiz bir sarayın kapısında değil miyiz? Allah; «Ey insanlar! Hepiniz fakirsiniz, zengin olan yalnız Ben’im!..»[1] buyurmuyor mu?!”